top of page

24 NİSAN 2004 REFERANDUMUNUN SONUÇLARINI HATIRLAYARAK KIBRIS’TA ÇÖZÜMÜ DÜŞÜNMEK

  • Writer: Tugay ULUÇEVİK
    Tugay ULUÇEVİK
  • Feb 1
  • 19 min read

Tugay Uluçevik, Büyükelçi (E)

25 Ocak 2008

 

24 Nisan 2004 Referandumunda EVET oyu vermenin KKTC’ne elle tutulur hiçbir getirisi olmadı

 

ANNAN Plânı olarak bilinen BM’in çözüm girişiminin Rumlar tarafından sonuçsuz bırakılmasından bu yana yaklaşık 4 yıl geçti. Bu süre içinde, BM’nin daha önce sık sık  “kabul edilemez” olarak nitelediği Ada’daki status quo devam etti. 24 Nisan 2004 referandumunda Kıbrıs’ta anlaşmaya dayalı bir çözümü reddeden Kıbrıslı Rumların yaşadığı Güney Kıbrıs Rum Devleti, “Kıbrıs Cumhuriyeti” sahte ismi altında AB’ne tam üye kabul edildi. Egemen iradesini çözümden yana açıklayan ve çözüm için önemli fedakârlıklara katlanan ve riskleri de göze alan Kıbrıs Türk Halkı’na “aferin” anlamına gelen birkaç güzel söz söylenilmesiyle yetinildi. AB tarafından  KKTC’de yaşayan Halk’a “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolü altında bulunmayan kuzey bölgesinde yaşayan Kıbrıs Türk Toplumu” sıfatından daha fazlası lâyık görülemedi. Referandumdan sonra verilen bazı sözlerin aksine Kıbrıs Türk Toplumunun üzerindeki ambargolar BM ve AB tarafından, bırakınız kaldırılmayı, hafifletilmeden sürdürüldü. Ada’daki somut gerçeklerin başlıcası olan KKTC olgusu üzerinde hiç durulmadı.

 

BMGS Kofi Annan: “Kıbrıslı Türkler KKTC için tanıma istemekten vazgeçmişlerdir.”

 

Referandumun sonuçlarının Kıbrıs’taki iki Tarafın tutumları ve niyetleri bakımından çok net bir resim ortaya koymuş bulunmasına rağmen, o zamanki BMGS Kofi Annan BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda Kıbrıs Türk Halkı’nın  çözümden yana gösterdiği iradeyi şu şekilde yorumlamakta bir beis görmedi:( Paragraf 87 ) “…. Kıbrıslı Türkler çözümü tercih ederlerken 1983’de yaratmaya niyet ettikleri  “devletin” tanınmasını amaçlayan on yıllar boyunca  sürdürdükleri politikaları da terk etmişlerdir.” BMGS, ayrıca, KKTC’nin tanınmaması yönünde uluslararası topluma bir uyarıda bulunmayı da ihmal etmedi: ( Paragraf 90 ) “Tanıma ve ayrılmağa yardım etme BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarına açıkça aykırıdır ve güttüğümüz hedefe de ters düşer. Aynı zamanda,   bu yöndeki   ( tanıma ) adımlar yeniden birleşme için oy vermiş bulunan Kıbrıslı Türklerin iradelerine de saygısızlık teşkil eder.” KKTC’nin ve Türkiye’nin bu değerlendirmelere karşı çıktıklarına dair bir bilgiye sahip değiliz.

 

BMGS Kofi Annan: “Kıbrıslı Rumların HAYIR demesi zaman darlığından.”

 

Oysa, BMGS Annan, anılan raporunda ( Paragraf 84 ),  Kıbrıslı Rumların referandumda “verdikleri karara saygı göstermelerini uluslararası toplumdan bekleme haklarının” bulunduğunu vurgulamış ve  “zaman darlığı veya ( plân hakkında ) objektif bilgiye sahip olmama veya ‘hayır’ ve ‘evet” kampanyaları arasındaki dengesizlik ya da yakında ortaya ( çözüm için ) yeni bir fırsatın çıkacağı inancı…” gibi sebeplerle Rumların Plân’a “hayır” oyu vermiş olabileceklerini belirterek, onların bu tutumunu adeta mazur gösterme gayretinde bulunmuştur. Ayrıca, BMGS, ilerideki yeni bir çözüm girişiminde Rum Tarafı’nın Annan Plânı’nın içeriğinde bazı değişiklikler yapılmasını istemelerine zemin hazırlar şekilde raporunda şu görüşlere yer vermiştir ( paragraf 84 ): “…bir düşünme zamanının geçmesinden sonra plânı yeniden yüzdürmeğe ve bugünkü durumdan bir çözüm çıkarmağa yarayacak bir şeyin ortaya çıkması ihtimali her zaman vardır. Bu bağlamda, Türk niyetleri hakkında sahip oldukları tarihî güvensizlikten kaynaklanan güvenlik ve uygulamaya ilişkin korkular Kıbrıslı Rumlar arasında ön plânda ortaya çıkmaktadır.  Görüşüme göre, bu korkuların Kıbrıs Rum tarafınca açıklıkla ve nihai şekilde  dile getirilmesi kaydıyla, Güvenlik Konseyi, üzerinde oylama yapılmış ve Kıbrıslı Türkler tarafından onaylanmış plânın hükümlerini yeniden (müzakereye) açmadan, bunlar üzerinde durursa, doğru yapmış olur.”

 

BMGS Kofi Annan: “24 Nisan Referandumundan sonra esaslı bir yeniden değerlendirme yapmak lâzımdır.”

 

Kıbrıs konusu BM Genel Kurulunun gündemine 1954’de, BM Güvenlik Konseyinin gündemine de 1964’de  girmiştir. Günümüze kadar, BM Genel Kurulu 10, Güvenlik Konseyi de 119 karar kabul etmiştir. Yine de, Kıbrıs sorununa görüşme yöntemiyle çözüm bulmak için BM zemininde 44 yıldır devam eden arayışlar sonuç vermemiştir. 20 Temmuz 1974’den sonra Ada’da ateşkes hattının ve nüfus mübadelesinin ortaya çıkardığı iki kesimli ve iki devletli fiilî durum ateşkese dayalı status quo halini almış ve 34 yıldır istikrar kazanarak devam etmiştir.

 

Bu neden böyle olmuştur?  Özellikle, Kıbrıs’taki iki Taraf arasında dolaylı ve doğrudan gerçekleştirilen uzun görüşmelerden, yapılan danışmalardan sonra   BMGS Kofi Annan tarafından ortaya konulan Taslak çerçevesinde hazırlanan kapsamlı Andlaşma metninin 24 Nisan 2004’deki ayrı referandumlarda Kıbrıs Türk halkı tarafından kabul edilmesine karşılık Kıbrıs Rum halkı tarafından reddedilmesi ve böylece Kıbrıs sorununa çözüm arayışları tarihinin en teşekküllü, en kapsamlı, en sonuca yönelik, kabul edildiğinde hemen uygulanmasına geçilecek bir Andlaşma metninin ortaya çıktığı  ve uluslararası camianın en geniş ölçüde diplomatik desteğine sahip, aynı zamanda dünya kamuoyunun dikkatini en yaygın ölçüde çeken bir çözüm teşebbüsünün sonuçsuz kalmış olması,  bu soruya ivedi olarak isabetli bir cevap bulunmasını zorunluluk haline getirmiştir. Kıbrıs sorununda  “çözümsüzlük çözümdüranlayışının yerleşip kökleşmesini önlemenin tek çaresi çözümsüzlüğün sebepleri hakkında bu aşamada doğru bir teşhiste bulunma başarısını gösterebilmektir. Bu husus sadece BM için değil, sorunun bütün tarafları ve soruna aktif biçimde ilgi gösteren ülkeler için de geçerlidir. Doğru teşhiste bulunabilmek için de çözüm arayışlarında şimdiye yapılan yanlışlıkların neler olduğunu ön yargılardan arınıp anlamaya çalışmak gerekir. Esasen, BMGS Kofi Annan’ın kendisi de Referandumdan sonra yayınladığı 28 Mayıs 2004 tarihli Raporunun 92 inci paragrafında  “dönüm noktası niteliğindeki 24 Nisan oylamasını müteakip BM’nin Kıbrıs’taki bütün barış faaliyetlerinin esaslı bir yeniden değerlendirmeye tâbi tutulmasının zamanı gelmiştir. Bu yeniden değerlendirme 40 yıldır süren Kıbrıs’ta barış arayışını da kapsamalıdır ve gelecekte soruna daha iyi nasıl eğilinebilir üzerinde düşünülmelidir” şeklinde çok isabetli bir tavsiyede bulunmuştur.

 

44 yıllık çözümsüzlüğün temel sebepleri

 

Yaşanan tecrübeler ışığında Kıbrıs sorunundaki 44 yıllık çözümsüzlüğün temel sebepleri hakkındaki düşüncelerimizi şu şekilde sıralamak mümkündür:

 

1.   21 Aralık 1963’deki Rum silâhlı saldırılarından sonra ortadan kalkmış olan 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” varlığını devam ettirdiği ve sadece Rumlardan oluşan bir Yönetimin “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” Hükûmeti olduğu ve bu Yönetimin Kıbrıs Türk Halkını da temsil ettiği, yanlış bir siyasî değerlendirme sonucunda   BM tarafından kabul edilmiştir.

 

2.   Bu anlayışla, BM Güvenlik Konseyi 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı kararı kabul etmiştir. Böylece, o tarihten itibaren, BM’nin Kıbrıs’ta “barışı sağlama” (peace-making) faaliyetlerinin hedefi sözde meşru “Kıbrıs Hükûmeti’nin” yetki alanının dışına çıkmış olan Kıbrıslı Türkleri yeniden “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” çatısı altına sokmak olmuştur. Bu kararla kurulan BM Kıbrıs Barış Gücü “Kıbrıs Hükûmeti’nin” rızasına tâbi tutulmuştur.

 

3.   Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisi’nin 26 Haziran 1967 tarihinde kabul ettiği ENOSIS kararına Kıbrıs Rum kesimindeki bütün siyasî partiler  destek vermiştir ve bu karar sonradan iptal edilmeyip günümüzde de geçerliğini sürdürmüştür. BM Kıbrıs için çözüm faaliyetlerini yürütürken bu olgunun Rum-Yunan ortaklığının tarihî emelleri ve hedefleri bakımından ifade ettiği anlam üzerinde durmak istememiştir. Oysa, Rum-Yunan Ortaklığının ENOSIS ülküsü Kıbrıs Adasında çatışmanın sebebi ve  Kıbrıs sorununda da çözümsüzlüğün temel faktörü olmuştur.

 

4.   Rum-Yunan Ortaklığının ENOSIS yolunda 1963’de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmalarından sonraki gelişmelerde, ABD ağırlığını Rum Tarafı’nı yola getirmek için değil, Haziran 1964’de Türkiye’nin Ada’ya muhtemel bir askerî müdahalesini önlemek için kullanmıştır. ABD NATO müttefiki Türkiye’ye ültimatom vermekten çekinmemiştir. 15 Temmuz 1974 ENOSIS darbesini önlemek için Türkiye’nin gerçekleştirdiği Barış Harekâtından sonraki dönemde de ABD Türkiye’ye üç buçuk yıl süren bir silâh ambargosu uygulamıştır. Uluslararası camianın belli başlı aktörlerinin bu tek yanlı tutumları Rum Tarafını Kıbrıs sorununu çözümsüz bıraktırarak durumu Türkiye’nin aleyhinde istismar etme politikalarında cesaretlendirmiş ve daha da kararlı hale getirmiştir.

 

 

5.   Kıbrıs sorununun çözümü için tarafların mutabakatıyla tespit edilen ve 9 Ağustos 1980 tarihinde resmen açıklanan “iki kesimli ve iki toplumlu federal devlet” formülündeki “iki kesimlilik” kavramı  aynı günün akşamı Rum Lideri Kyprianou tarafından TV konuşmasıyla red olunmuştur. Bu olgu BM  tarafından gözardı edilmiştir.

 

6.   1980 Eylül ayında başlayan müzakere sürecinde bütün inisiyatiflerin ve somut önerilerin Kıbrıs Türk Tarafı’ndan geldiğini; bunun üzerine Rum Tarafı’nın masadan kaçarak Mayıs 1983’de BM Genel Kuruluna başvurduğunu ve çözüm için saptanan temel ilkelerle bağdaşmayan bir karar elde ettiğini ( 13 Mayıs 1983 tarihli ve 37/253 sayılı ); 17 Ocak 1985’deki Denktaş-Kyprianou Zirvesinde BMGS’nin masaya koyduğu Çevre Anlaşma Taslağını Denktaş’ın kabul edip Kyprianou’nun reddettiğini; uluslararası toplumdan Rauf Denktaş’a övgüler yağdığını; Kyprianou’ya ise sert tepkiler geldiğini; Mart 1986’da da aynı durumun yaşandığını; 1992’de BM zemininde ortaya çıkan ve 100 paragraftan oluşan Fikirler Dizisi’nin  92 paragrafını Sayın Denktaş’ın çekincesiz kabul ettiğini; Vassiliou’nun 100 paragrafın tümüne çekince koyduğunu; 1993 Şubatında Güney Kıbrıs’ta yapılan seçimleri Fikirler Dizisi’ne karşı bir kampanya yürüten Clerides’in kazandığını; Clerides’in 1993’te başlayan Güven Yaratıcı Önlemler Paketi üzerindeki görüşmeleri sonuçsuz bıraktırarak, AB üyeliğine baş önceliği veren bir siyaset izlediğini unutan veya hatırlamak istemeyen veya görmezlikten gelen BM ve uluslararası toplum,  KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ı uzlaşmazlıkla ve çözümsüzlük politikası izlemekle suçlayan sistemli bir kampanya yürütmüştür.

 

7.   Kıbrıs Rum Tarafı’nın müzakereye dayanan bir çözümü değil, zora baş vurarak Kıbrıs Türk Tarafı’na kendi isteklerini kabul ettirme politikalarını tercih etmesi, Kıbrıs Türk Halkında kendi kaderlerine sahip çıkma bilincini kuvvetlendirip derinleştirdiğini uluslararası camia görmek istememiştir. Kendilerine  önceleri Kıbrıs’ta “azınlık” denilen Kıbrıs Türk Halkı’nın adım adım teşkilâtlanması, önce toplum olduğunu kabul ettirmesi, daha sonra Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, Kıbrıs Türk Federe Devleti şeklinde ayrı Devlet kurma yoluna girmesi ve nihayet Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’ni ilân etmesi, aslında dünyaya önemli mesajlar vermiştir. Ancak  bu mesajlar uluslararası camia tarafından doğru okunamamıştır.

 

8.   BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarıyla KKTC “yok hükmünde” ilân edilmiş ve uluslararası toplumun üyelerinden KKTC ile ilişkiden kaçınmaları istenmiştir.

 

9.   KKTC’nin status quo’dan yana uzlaşmaz bir politika izlediği varsayımından hareket eden BM Güvenlik Konseyi 26 Ağustos 1992 tarihli ve 750 sayılı kararından başlayarak Ada’daki “status quo’nun kabul edilemez” olduğunu belirte gelmiştir.

 

10.        AB, Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin bütün itirazlarına karşın Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB tam üyeliği için yaptığı müracaatı “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına yapılmış kabul edip işleme koymuş ve tam üyeliğin gerçekleştiği noktaya kadar yürütmüştür.

 

11. 6 Mart 1995 tarihinde Brüksel’de yapılan ve Türkiye-AB Gümrük Birliği Kararının alındığı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Toplantısında, aynı gün “Kıbrıs’la” AB üyelik müzakerelerinin başlaması kararı da çıkmıştır. Türkiye Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın’ın 1960 Andlaşmalarının ilgili hükümlerini de zikrederek “Kıbrıs’ın tamamının veya bir bölümünün AB’ne katılmasına Türkiye hukuken ve siyaseten karşı çıkmağa devam edecektir” şeklinde zabıtlara geçen itirazı ve çekincesi dikkate alınmamıştır. Türkiye’nin AB adaylık statüsünü elde etmesinden sonra da Hükûmetler bu çekince beyanının üzerinde hiç veya gerektiği ölçüde  durmamışlardır.

 

12. BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs hakkında aldığı kararlara 1996’dan itibaren “AB’nin Kıbrıs ile katılım müzakerelerini açma kararı kapsamlı çözümü kolaylaştıracak önemli yeni bir gelişmedir” şeklinde hüküm konulmuştur.

 

13. BM’nin bugüne kadar çözüm için tespit ettiği parametrelerin mahiyeti de tarafların arasında anlamlı ve dengeli bir ver-al veya al-ver egzersizinin cereyan etmesini imkânsız kılmıştır. BM parametreleri Kıbrıs sorununu ortaya çıkaran sebeplere  ve Ada’daki duruma ilişkin  gerçekler dikkate alınmadan oluşturulmuş ve çoğu da açıkça Rum tezlerine ve iddialarına arka çıkan unsurlar üzerine bina edilmiştir.  Bu yüzden, BM parametreleri, özellikle, Kıbrıs sorununun AB boyutunun bugün kazandığı önem ve ağırlık karşısında, Türk tarafının Kıbrıs’la ilgili hayatî çıkarlarından önemli tavizler vermesini gerektirecek; bu cümleden olmak üzere, 1974 müdahalemizin Türk Tarafı’nın lehine ortaya çıkardığı sonuçları aşındıracak ve zaman içinde ortadan kaldıracak; 1960 Andlaşmalarıyla Kıbrıs’la ilgili olarak Türkiye ve Yunanistan arasından ihdas edilmiş olan nazik dengeyi bozup yok edecek bir siyasî çözüme yol açabilecek nitelikler taşımıştır.

 

BM parametrelerinin dayandığı sakat anlayışlar

   

Çünkü, BM parametreleri, hukuken ve siyaseten sakat olan şu     anlayışlar üzerine bina edilmişlerdir:    

 

a) Ada’da tek bir “Kıbrıs Devleti” vardır (KıbrıCumhuriyeti);

 

b) BMGS’nin iyi niyet görevinin hedefi  yeni bir devlet kurmak değil, varolan  bu Devlet için “bu defa federal esasa dayanan  yeni bir  anayasa hazırlamaktır;

 

c)  Kıbrıs Türk tarafının, federal bir çözümün iki tarafın    ayrı egemen   iradeleriyle ortaya çıkması ve Ada’daki iki halkın egemenliğin  eşit  şartlar altında kaynağı ve ortağı olması gerektiği yolundaki tezi   kabul edilemez; Kıbrıs’ta  iki “halk” değil, iki “toplum”        mevcuttur;

 

d) “İki kesimlilik” kavramı,  nüfusun etnik yapısı bakımından saf iki       bölge        yaratmak anlamına gelmez; mülkiyet bakımından da         durum böyledir; “iki kesimlilik” ilkesi, bir toplum tarafından  yönetilecek bir       federe devletin kendi kesiminde nüfus ve      arazi mülkiyeti bakımından açık bir çoğunluğa sahip olmasını” gerektirir;

 

e) İki taraf arasında siyasî eşitlik nihaî çözümle birlikte ve toplum (federe birim) düzeyinde ortaya çıkacaktır; diğer bir deyişle,       çözümden önce taraflar arasında siyasî eşitlik yoktur; Türk tarafının federasyonun siyasî bakımdan eşit olan iki taraf arasında       kurulması gerektiği görüşü geçerli  değildir; toplumlararası    görüşmelerdeki “on an equal footing”   ilkesi yönteme ilişkindir ve iki toplum bakımından      geçerlidir.

(Kıbrıs’taki Tarafların Liderlerinin BMGS’nin gözetiminde yaptıkları görüşmeler için New York’da bulundukları zamanlarda Rum Lider’in         hem BM üyesi bir Devlet’in Cumhurbaşkanı, hem de Rum         Toplumunun Lideri olarak muamele görmesi bu yüzdendir. Oysa KKTC Cumhurbaşkanı sadece Kıbrıs Türk Toplumu Lideri olarak kabul görmektedir. )

 

Bu anlayışlar Güvenlik     Konseyi’nin 186 (1964), 541 (1983) ve 550      (1984) sayılı kararlarına vücut vermiştir.

 

Bu sakat anlayışlar yüzündendir ki, Kıbrıs müzakere sürecinin akışı  içinde Kıbrıs Türk Tarafınca ortaya konulan, örneğin, Ada’da iki   halkın varlığı, egemenliğin iki halktan kaynaklanması, federal    devletin    Kıbrıs’taki         siyasî bakımdan eşit, bağımsız ve      egemen  iki  devlet   arasında anlaşmayla       kurulması,       siyasî çözümün, ortaya, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin”  temelinde değil,        fakat         yeni bir Devlet çıkarması gibi tezler ve öneriler BM tarafından reddedilirken,  Kıbrıs Türk Tarafı da, haksız yere         BM   parametrelerinin dışında kavramlar         ortaya atmakla ve       uzlaşmaz bir tutum sergilemekle        suçlanmıştır. Ne yazık ki bir    zaman gelmiş KKTC ve Türkiye kamuoyları da BM’nin ve bazı dış        çevrelerin bu maksatlı suçlamalarına inanır olmuşlardır.

 

Rumlar çözüme ihtiyaç duymaz ve çözümsüzlükten rahatsız olmaz

 

Yukarıda sayılan faktörler Kıbrıs Rum Tarafı’nı çözüme ihtiyaç duymaz ve çözümsüzlükten rahatsız olmaz duruma getirmiş bulunmaktadır.

 

Diğer taraftan, BM’nin çözüm parametrelerine esas teşkil eden anlayışlar, Türkiye’nin ve KKTC’nin Kıbrıs sorununun müzakere yoluyla yaşayabilir bir siyasî çözüme ulaştırılması için 1974’den sonra tespit ettiği ve benimsediği ilkelerle ve hedeflerle bağdaşmamaktadır. Kıbrıs sorununa çözüm bulunamamış olmasının sebebi, Kıbrıs Rum-Yunan ortaklığının çözüme ihtiyaç duymamakta olduğu gerçeğinin yanında, yukarıda kısaca izah edilen BM parametrelerine vücut veren yanlış görüşler, anlayışlar ve BM’nin meselenin sebepleri hakkında koyduğu yanlış teşhislerdir. Bu yanlışlıklar yüzündendir ki, 44 yıldır müzakereye dayanan bir çözüm ortaya çıkamamıştır. BM ve sonraları da AB,  Rum tarafının “Kıbrıs’ın meşru Hükûmeti olma” iddiasını benimsemek, tutumlarını bu iddiaya arka çıkar şekilde ayarlamak suretiyle, aslında sorunun çözülemeden kalmasında baş rolü oynamışlardır. Batı camiası ve onun siyasî, ekonomik ve diplomatik etkisi altındaki uluslararası çevreler Kıbrıs Adasını esas itibariyle Yunanistan’ın bir parçası olarak görmekte ve Ada’da bir de ayrı bir Türk Devleti bulunması olgusunu içlerine sindirememektedir. Bugün AB üyeliğine ehil olma bakımından Türkiye’nin coğrafî konumu bile Avrupa’da, örneğin, Sarkozy tarafından tartışma konusu yapılırken, Akdeniz’de Türkiye’nin 60 km. güneyinde ve Suriye’den sadece 90 km. mesafedeki Kıbrıs’ın coğrafî konumunun AB üyeliğine ehliyet bakımından sorgulanmamış olmasının sebebi budur. BM’nin ve AB’nin Rum tarafının temel pozisyonlarına verdiği kayıtsız ve şartsız denebilecek nitelikteki destek, sonunda, ANNAN Plânı’nın Rumlarca reddedilmesinin başlıca âmili olmuştur. Rum-Yunan ortaklığının uyguladığı stratejideki önceliğin Kıbrıs’ta çözüme ulaşmak değil, Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğü Türkiye’nin AB üyeliğini engellemek için istismar etmek olduğu aşikârdır. Rum-Yunan ortaklığının, Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin, AB’ne katılabilmek için ANNAN Plânı çerçevesinde katlanılan fedakârlıklardan daha fazlasına katlanabilecekleri zehabında olduklarını söylemek yanlış olmaz. Kıbrıslı Rumların ANNAN Plânı’nı büyük bir ekseriyetle reddetmiş olmalarının temel sebebi budur. Rumlar, BM’nin parametrelerinin, kendileri için en kötü ihtimalle ANNAN Plânı çerçevesindeki gibi bir çözümü ortaya çıkarabileceğinin idraki içindedirler. Türkiye’nin AB üyeliği konusunda şantaj politikası yürütmek suretiyle daha iyi şartlarda bir çözüm elde etme peşindedirler. Bunu elde edeceklerine inanmış görünmektedirler. AB Konseyi’nin Aralık 2006’daki Zirvesi’nde Gümrük Birliği’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ne de uygulanması anlamına gelen Ek Protokol’ü Türkiye onaylamadığı için Türkiye’nin AB müzakere sürecinde 8 başlığın açılmasının askıya alınmasının arkasındaki Gücün (!) Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan olduğu bilinmektedir.

 

BM Kıbrıs Sorununa Çözüm Aranmasına Müsait Bir Zemin Değildir

 

24 Nisan 2004 referandumunun sonucunun bu defa çok çarpıcı biçimde ortaya koyduğu üzere, BM, Kıbrıs sorunu için dengeli ve yaşayabilir çözüm bulunmasına müsait bir zemin değildir. Bizi böyle bir yargıya varmağa sevkeden faktörlerin başlıcaları şunlardır:

 

i)  BM, 4 Mart 1964’ten bu yana Kıbrıs’taki Taraflardan birinin tezlerine ve iddialarına taraf durumundadır.

 

ii) BM zeminindeki çözüm arayışlarında mekanizma yanlış varsayımlara dayanılarak kurulmuş bulunmaktadır. Güvenlik Konseyi’nin BMGS’ne Kıbrıs’la ilgili olarak 1975’te verdiği “iyi niyet” görevinin ana hedefi de böyle yanlış varsayımlara göre belirlenmiştir.

 

iii) Türkiye ve KKTC, BM organlarının bu vakte kadar kabul ettiği yüzü aşkın kararları, biri hariç ( BM Genel Kurulu’nun 4 Kasım 1974 tarihli ve 3212 sayılı Kararı ) reddetmiştir veya çekince beyanında bulunmuştur.

 

iv) KKTC ve Türkiye’nin desteklediği BMGS’nin “iyi niyet” (good offices) görevi ( 12 Mart 1975 tarihli ve 367 sayılı Kararının 6. işlem paragrafı ) giderek yozlaşmış ve ANNAN Plânıyla ilgi süreçte BMGS “hakem” rolü oynamıştır. 

 

v) BM zemininde, bir taraftan, 24 Nisan 2004’de Kıbrıs’taki iki halkın çözüm hakkında ayrı ayrı ortaya koyduğu olumlu veya olumsuz iradeleri Referandum bakımından geçerli kabul edilmiş, öte taraftan, bu iki halktan birinin daha önce 15 Kasım 1983’de Devlet kurma yolunda açıkladığı irade geçersiz, kurdukları Devlet de yok hükmünde addedilmiştir. Esasen, BM Kıbrıs’ta “iki halk” değil, iki “toplum” olduğunu kabul etmektedir.

 

vi) BM zemininde, bir taraftan, Referandumda çözümü reddeden Tarafın gasp ettiği bir unvanla AB’ne tam üye olmasının Kıbrıs’ta çözümü kolaylaştıracağı değerlendirmesi yapılmış, diğer taraftan, BM’nin çözüm Plânı’na “evet” demiş halkın sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir toplumu” olarak ambargo altında yaşamasına yol açan kararlar alınmıştır.

 

vii) BMGS’nin çözüm girişiminin takvimi, Ada’daki şartlara, gerçeklere ve ihtiyaçlara göre değil, Taraflardan birinin AB üyeliği için tek başına yaptığı hukuk dışı bir başvurunun gerektirdiği takvime göre ayarlanmıştır (ANNAN Plânıyla ilgili takvim). KKTC Cumhurbaşkanı’nın geçirdiği çok ciddi bir ameliyattan sonra henüz nekahetini sürdürdüğü bir dönemde 11 Kasım 2002’de ANNAN Planı’nın masaya konulmasında, 1 hafta içinde ilk görüşlerin talep edilmesinde ve 12 Aralık 2002 tarihindeki AB Kopenhag Zirvesi’nden önce iki Liderin “Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü” başlıklı belgeyi imzalamalarının istenmesinde sakınca görülmemiştir.

 

viii) BMGS,  bir taraftan Kıbrıs sorununun çözümünün güç ve sorunun içindeki konuların geometrisinin değişken olduğunu raporlarında teslim ederken ve sorunu “diplomatik Rubik Küpü” olarak nitelerken, öte taraftan, görüşmelerde “Ada’da iki halkın mevcudiyetinden ve çözümle ortaya çıkacak Devlet’te bu iki halkın egemenliğin kaynağını oluşturması gerektiğinden söz eden Tarafı “parametre dışı öneride bulunmakla” ve böylece görüşme sürecini çıkmaza sokmakla suçlayabilmektedir. Kısacası, BM, Kıbrıs Türk Tarafı’nın tutumu hakkındaki hükmünü, temel noktaları itibariyle Rum Tarafı’nın tezlerine ve iddialarına göre hazırlanmış bir şablonu uygulayarak vermektedir.

 

ix) BMGS, müzakere sürecinin bir aşamasında, Kıbrıs Türk Tarafı’nın Lideri’nin takındığı tutumu raporunda sert bir dille eleştirebilmekte; o aşamadaki başarısızlığın sorumluluğunu doğrudan KKTC Cumhurbaşkanı’na yükleyebilmekte; BM Güvenlik Konseyi de 14 Nisan 2003 tarihinde aldığı 1475 sayılı kararında Kıbrıs Türk Lideri’nin tutumu hakkında “esef” ifade edebilmektedir. Oysaki, aynı BMGS, 24 Nisan 2004 Referandumundan sonra yayınladığı Raporunda, çözümü reddeden Kıbrıs Rum Tarafı’nın Lideri’ne kişisel hiçbir suçlamada bulunmamıştır. Güvenlik Konseyinden de Rum tarafına ve Lideri’ne hiçbir tepki gelmemiştir. Esasen, BMGS’nin Referandum sonrasındaki raporu, Rusya’nın karşı çıkması yüzünden Güvenlik Konseyi’nde ele alınamamıştır.

 

x) BM zemininde çözüm bulunabilmesi için, sadece Kıbrıs’taki iki Taraf’ın ve Türkiye ile Yunanistan’ın çıkarları arasında denge sağlanarak bir uzlaşıya varılması yeterli olmamaktadır. Soruna taraf olmayan Devletlerin de stratejik çıkarlarına uygun bir çözüm sağlanması gerekmektedir. Özellikle, BM Güvenlik Konseyi’nin Daimî üyelerinin elinde işlerine gelmeyen bir çözümü engelleyebilecek ve çözümü kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirebilecek manivelalar vardır. Referandumdan üç gün önce 21 Nisan 2004 tarihinde Güvenlik Konseyi’ne sunulan Anlaşmanın referandumlarla kabulünden sonra BM Güvenlik Konseyi’nin yapması gereken işlere dair Karar Tasarısının Rusya tarafından veto edilmesi buna örnektir. Rusya’nın bu “vetosu” Rum AKEL Partisi’ne ve bütün Rumlara “HAYIR” oyu için bir işaret olmuştur.

 

1960 Andlaşmaları BM Zemininde Ortaya Çıkmadı

 

Kıbrıs sorununa yaşayabilir nihaî çözüm arayışları bakımından BM’nin uygun bir zemin olup olmadığını değerlendirirken 1960 Kıbrıs Andlaşmalarını doğuran Zürih ve Londra mutabakatlarının BM dışındaki bir zemininde yürütülen temas ve görüşmelerle ortaya çıkmış olduğunu hatırlamak ve bunun neden böyle olduğunu isabetle değerlendirmek lâzımdır.

 

Ayrıca, AKRITAS Plânı’nın uygulanması cümlesinden olarak Kıbrıs Türk Halkına karşı 15-16 Kasım 1967’de girişilen silâhlı saldırılarla patlak veren buhranın giderilmesini müteakip Kıbrıs sorununun özü üzerinde Haziran 1968’de önce Beyrut’da başlatılan istikşafî mahiyetteki toplumlararası görüşmelerin de ( Denktaş-Clerides ), Türkiye ve Kıbrıs Türk Liderliği tarafından titizlikle BMGS’nin “iyi niyet” görevinin dışında tutulmuş olduğunu bir hatıra olarak kaydetmekte fayda vardır. Çünkü, Türk Tarafı, 4 Mart 1964’de “Kıbrıs Hükûmeti” kavramı üzerine bina edilmiş bir karar çıkartmış olan BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’ta tarafsız bir yaklaşımla siyasî çözüm arayışlarında bulunamayacağını o zaman isabetle görmüştü.

 

BM’nin Kıbrıs Sorununa Çözüm Arayışları İflâs Etmiştir

 

24 Nisan 2004 Referandumlarının sonuçları BM’nin Kıbrıs sorununa çözüm arama mekanizmalarının iflâs ettiğini açık biçimde göstermiştir. BM’nin önyargılı varsayımlara dayanan değerlendirmelerinin de yanlış olduğu ortaya çıkmıştır.

 

Bir kere, BM, “Kıbrıs’taki status quo’nun  kabul edilemez” olduğunu söyleye gelmiştir. Ada’da status quo’dan yakınan Taraf Referandumda status quo’dan yana oy vermiştir. Status quo’yu korumak için çözümsüzlük politikası güttüğü iddia edilen Taraf ise çözümden yana oy kullanmıştır.

 

İkincisi, BM, uzun zamandan beri “Kıbrıs’ın AB’ne katılım müzakerelerinin Kıbrıs sorununun çözümünü kolaylaştıracağı”  değerlendirmesinde bulunmuştur. BM’nin bu değerlendirmesi de tutmamıştır. Kıbrıs sorunu, 24 Nisan Referandumundan sonra daha da karmaşık hale gelmiş olarak devem etmektedir.

 

Üçüncüsü, çözümü reddeden Taraf Referandumdan hemen sonra AB’ne tam üye olmuş; çözüme ve AB üyeliğine “evet” oyu veren Taraf ise AB dışında kalmış ve vadedilmesine rağmen, BM ve AB “evet” oyu veren Taraf’ın üzerindeki -diğer Taraf’ın koydurttuğu- ambargoların hiçbirisini kaldıramamıştır. Umarız, BM ve AB yürüttükleri siyasetin genel adalet duygusunu da rencide ettiğinin farkındadırlar. Bu açıdan da BM ve AB sınıfta kalmışlardır.

 

Yeni Bir Değerlendirme Yapma İhtiyacı

 

Yukarıda da işaret edildiği gibi, BMGS Kofi Annan, Referandumdan sonra BM’nin Kıbrıs’taki bütün barış faaliyetlerinin esaslı bir değerlendirmeye tabi tutulmasını tavsiye etmiştir. Böyle bir değerlendirme yapılmış mıdır? Yapıldığına dair bir bilgi veya işaret yoktur.

 

Güney Kıbrıs’ta 17 Şubat 2008 tarihinde yapılacak Başkanlık seçimlerinden sonra Kıbrıs sorununa çözüm arama girişimlerinin yeniden canlanacağı beklentisi yaygındır. BMGS tarafından yeni bir girişim başlatılmadan önce, KKTC’nin ve Türkiye’nin yaşayabilir bir çözüm şekli için “olmazsa olmaz” nitelikte gördükleri ana unsurları BM Sekretaryasına sarih biçimde bildirmeleri beklenir. Daha önce ANNAN Plânı çerçevesinde o günün şartlarında Türk Tarafınca kabul edilmiş olan unsurlar da Plân’ın Rumlarca reddedilmiş olması vakıası karşısında yeniden gözden geçirilmeli ve pozisyonumuzda gereken değişiklikler yapılmalıdır. Plânın daha önce kabul edilmiş olması Türk tarafında bu sefer de kabul edilmesi gerekir düşüncesi yaratmamalıdır. 

 

Demeçlerden Bazı Alıntılar

 

Cumhurbaşkanı Gül ABD’ni ziyaretinden önce New York’da BMGS’den “kapsamlı bir çözüm için yeni bir hareket başlatılmasını isteyeceğini” açıklamıştı. “Türkiye’nin Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümü için BM parametrelerini esas alarak çalışmaya devam edeceğini” vurgulayarak Kıbrıs’ta yaşayabilir çözümün , Ada’nın gerçeklerine, iki ayrı halk, iki demokrasi ve iki devletin varlığına bağlı olduğunu” ifade etmiştir.

 

KKTC Cumhurbaşkanı Talât’ın, “Rumların yalaşık bulaşık bir federasyon hedeflediğini ve bunun mümkün olmadığını; yeni kurulacak ortaklığın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olmayacağını; olası bir federasyonun iki halkın siyasî eşitliğini, iki kurucu Devlet’in eşit statüsünü ve garantiler konusunu içermesi gerektiğini” söylediğini gazetelerde okuyoruz.

 

Başbakan Erdoğan, Yunanistan Başbakanı Karamanlis’in ziyareti sırasında “Güney Kıbrıs’taki seçimlerden sonra Kıbrıs sorununa ilişkin müzakerelerin başlatılmasına yönelik bir adımın atılmasından” söz etmiş; bunun yerinin  “BM  zemini” olacağını belirtmiş; “artık Annan Plânı devreden çıkmış durumda, ama, esası, ruhu aynen korunabilir; derdimiz şüphesiz ki masada müzakerelerle bu sorunu çözebilmektir” şeklinde konuşmuştur.

 

Yunanistan Başbakanı Karamanlis de görüşünü “hedefimiz BM Güvenlik Konseyi’nin kararları çerçevesinde Kıbrıs’ın birleşmesine neden olabilecek olan âdil, barışçı ve kalıcı bir çözüme ulaşmaktır. Bu şekilde Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları AB’nin nimetlerinden yararlanabilirler” sözleriyle açıklamıştır. Karamanlis’in sözleri, Yunanistan’ın bilinen görüşlerine yeni ve yapıcı bir boyut getirmemektedir. “BM Güvenlik Konseyi’nin kararları çerçevesindeki” çözümden neyi hedefledikleri bilinmektedir. Ayrıca, Karamanlis’in “AB’nin nimetlerinden” dem vurmasının, Kıbrıs Türk Halkı’nın Kıbrıs konusundaki kararını AB’nin cazibesine kapılarak verebileceği beklentisi içinde olduğunu gösterdiğini düşünmek sanırım yanlış olmaz.

 

Rum Başkanlık seçimlerini kazanmasının KKTC Halkınca tercih edildiğini gazetelerde okuduğumuz AKEL Genelsekreteri Hristofias’ın “Taksime bir nefes kadar yakın olmamız gerçeği, adaylığımı halihazırda haklı gösteriyor. Şu anda risk almamın ana nedeni budur” şeklinde konuştuğu basında çıkmıştır. Bu sözlerin anlamı açıktır. AKEL Kıbrıs Rum Meclisince kabul edilmiş olan ve bugün de hukuken ve siyaseten var olan 1967 ENOSIS kararının destekçilerindendir. Hristofias’ın yine basında okuduğumuz Karpas hakkındaki sözleri de ifşa edicidir.

 

Yeni Parametreler

 

BMGS Annan, referandumdan sonraki Raporunda, “Plân’ın hukuken yok hükmünde olduğunu” açıklamıştır. Bu durum, KKTC’ne yeni bir görüşme çerçevesi oluşturulması için imkân yaratmaktadır.

 

Cumhurbaşkanı Gül’ün ve KKTC Cumhurbaşkanı Tâlat’ın ifade ettikleri “Ada’nın gerçeklerine uygun, iki ayrı halk, iki ayrı demokrasi, iki devletin varlığına dayalı; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olmayan federal devlet çözümünün” BM parametreleri çerçevesinde neden ortaya çıkamayacağını yukarıda izah etmiştik.

 

ANNAN Plânı’nın öngördüğü “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin”, yeni bir anayasa ile yok hükmündeki “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temeline bina edildiği açık ve seçiktir. Nitekim, Annan Plân’ında yeni bir devletin kurulduğundan söz edilmemektedir. Kuruluş Anlaşması’nın 1 inci maddesinin 1 inci fıkrasında “İşbu Anlaşma Kıbrıs’ta yeni bir düzen kurar” hükmüne yer verilmektedir. Burada kullanılan “Kıbrıs” kavramı, “Kıbrıs adası” gibi coğrafî bir kavramı değil, “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” ifade eder. Çünkü, Kıbrıs adasında, Devlet’in yanında, statüsü ve sınırları 1960 Tesis Andlaşmasıyla belirlenmiş olan İngiliz toprağı “Egemen İngiliz Üsleri” de vardır.

 

Yine aynı şekilde, 13. maddenin 3.fıkrasında, BM üyeliğine ilişkin hususlar meyanında “üzerinde anlaşmaya varılan Kıbrıs bayrağı BM Merkezi’nde göndere çekilir” denilmektedir. “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bayrağı” yerine “Kıbrıs bayrağı” denilmesinin sebebi eski devletin temelinde yeni bir anayasal düzen kurulmuş olmasıdır. “Kıbrıs Devleti’nin” BM üyeliği devam etmekte, sadece, bayrak değişmiş olmaktadır. Bunlar benzer hükümlerden birkaç örnektir.

 

Diğer taraftan, ANNAN Plânı’nın “ iki devletli” değil, eski “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temeli üzerinde ve çatısı altında bu defa “iki eyaletli veya vilâyetli” bir anayasal düzen ortaya çıkardığı da bir gerçektir. İngilizce’deki “state” kelimesinin Türkçe’de karşılığı olan “devlet” ve “eyalet” kelimelerinden “devlet” sözcüğünü kullanarak çözüm şeklinin “iki devletli” olduğunu öne sürmek yanıltıcı olur.

 

BMGS Annan Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümüne ilişkin girişimini başlatırken, Avrupa Birliği fikrinin tohumlarını ekmiş olan Jean Monnet’in “güç ve karmaşık sorunları çözebilmek için bazen ‘konteksti’ değiştirmek gerekir” sözünden ilham aldığını 1 Nisan 2003 tarihli raporunda ifade etmektedir. Bu sözü 24 Nisan Referandumundan alınan derslerle yeniden başlatılabilecek bir girişim için de hatırlamakta ve yeni BMGS Ban Ki-moon’a da hatırlatmakta fayda olabilir.

 

Kıbrıs sorununun yaşayabilir bir çözüme kavuşturulması amacıyla yeniden bir istişare ve görüşme süreci başlatılması halinde, çözümün parametreleri Ada’da iki ayrı Devlet’in varlığı gerçeğinden hareket edilerek saptanmalıdır. Günümüzde sun’i bir çözüm şekli olan federasyonların dağılma sürecine girmiş oldukları ve Kosova’nın da bağımsız Devlet olmaya ehil görüldüğü gibi gerçekler göz önünde tutulmalıdır. Bu çerçevede şu unsurlara ön plânda yer verilmelidir:

 

1. KKTC’nin varlığının idamesi;

 

2. İki ayrı Devlet’in kader ortaklığı anlayışıyla iyi komşuluk ve işbirliği esasına göre yan yana ve gerekli görülüyorsa sembolik ortak bir çatı altında yaşamaları;

 

3. Bunların bir başka Devletle veya Devletlerle birleşmelerinin yasaklanması;

 

  4. Her iki Devlet’in anlaşmayla kendilerinde bırakılacak topraklar üzerinde “egemen” olmaları;

 

  5. KKTC’nin, Türkiye’nin de AB’ne  tam üye olmasından sonra  AB’ne katılmasının istenmesi;

 

      6. Çözüm şeklinin Türkiye’nin de dahil olduğu etkili bir garanti sistemi ile teminat altına alınması.

 

“Güney Kıbrıs Rum Devleti’nin” AB üyeliği feshedilemeyeceğine göre, KKTC’nin AB’ne tam üye olması Türkiye’nin AB üyesi olacağı tarihe kadar ertelenmelidir.

 

Bu tarihe kadar Türkiye-AB ilişkilerini düzenleyen rejim KKTC’ne de uygulanmalıdır.

 

KKTC  ( Kıbrıs Türk Toplumu veya Kıbrıslı Türkler değil ) üzerindeki diplomatik, siyasî, ekonomik, ticarî, kültürel, sportif, vs. bütün ambargoların kaldırılmasıyla eşzamanlı olarak Türkiye ve “Kıbrıs Rum Devlet’i” arasındaki ilişkiler her alanda normalleştirilmelidir.

 

BM Güvenlik Konseyi, 186, 541 ve 550 sayılı kararlarının bütün sonuçlarını kaldıran ve çözüm şeklinin yeni parametrelerini tespit eden bir karar almalıdır.

 

24 Nisan 2004 Referandumunun sonucu ANNAN Plânı’nı yok hükmünde kılmıştır. ANNAN Plânı’nı tâdil suretiyle yeni bir çözüm arayışına kesinlikle girişilmemelidir. Çünkü, ANNAN Plânı 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temelinde bir çözüm öngörmektedir.

 

Gerçek odur ki, ANNAN Plânı bir Andlaşma halinde yürürlüğe girebilseydi, “Kıbrıs Cumhuriyeti” iki eyaletli olarak devam ederken, KKTC’nin varlığı hukuken sona erecekti. Ortaya çıkacak olan yeni anayasal düzende Kıbrıs Türk Halkı egemenliğe de ortak olmayacaktı.

 

Ada İngiltere İçin Önemli de Türkiye İçin Değil mi?

 

İngiltere’nin Kıbrıs sorununun çözüme çerçevesinde dahi Ada’daki egemen üslerini muhafazaya kararlı olduğu bilinmektedir. ANNAN Plânı’nda da bu böyle olmuştur. Bunun sebebi, Kıbrıs Adası’nın İngiltere ve ABD için taşıdığı stratejik önemin günümüzde de devam etmesidir. İngiltere için stratejik önemi hâiz olan Kıbrıs Adası, 21. yüzyılda enerji terminali rolünü giderek artan bir ağırlıkla oynaması beklenen Türkiye için önemli değil midir? Kıbrıs sorununa çözüm ararken Türkiye ve KKTC işin bu veçhesi üzerinde de dikkatle durmalıdır.

 

Kıbrıs sorununun varlığı Yunanistan’ın ve hattâ Güney Kıbrıs Rum Devleti’nin AB üyelikleri için engel olarak görülmemiş olduğuna göre, bu sorun Türkiye’nin AB üyeliğine neden mâni teşkil etsin? Türkiye bunun bir engel olduğuna neden inansın?

 

Türkiye uzun yıllar Kıbrıs konusunu kendisinin AB ile bütünleşme konusundan ayrı tutmaya özen göstermiştir. İki konu arasında bağ kurulmasına karşı çıkmıştır. Oysa, BMGS Kofi Annan 1 Nisan 2003 tarihli raporunun 47. paragrafında 12-13 Aralık 2002 tarihindeki AB Kopenhag Zirvesi’nde Kıbrıs konusunda yapılan temaslar ve görüşmeler hakkında bilgi verirken, diğer hususlar meyanında, “Türkiye, Zirve’ye, Kıbrıs sorununun çözümünü Türkiye’nin Avrupa Birliği perspektifine bağlayan bir politika ile gelmişti” ifadesine yer vermiştir. BMGS’nin verdiği bu bilgi doğruysa, böyle bir politikanın sürdürülmesi ne Kıbrıs sorununun çözümü gayretleri, ne de Türkiye’nin AB ile bütünleşme süreci bakımından yararlı olur.

 

Muhtemel bir çözüm çerçevesinde KKTC’nin Türkiye’den önce AB’ne katılması halinde, Türkiye ile Yunanistan arasında Ada üzerinde Andlaşmalarla kurulmuş olan nazik denge yok olacaktır. Böyle bir gelişme KKTC Halkına refah açısından yarar getirebilecek olsa dahi, KKTC Halkı’nın bu durumun Türkiye’nin, dolayısıyla da KKTC’nin çıkarları bakımından sakıncalı olacağının bilinci  içinde hareket edeceğine inanmak isteriz. Diğer taraftan, Türkiye AB’ne tam üye olmadığı sürece, çözüm çerçevesinde kendisine Kıbrıs bakımından Andlaşmalarla verilen garanti hak ve yetkilerinin kâğıt üzerinde kalacağı da gözden uzak tutulmamalıdır. 1960 Anayasa düzenini yıkan ve Garanti mekanizmasının 1974’de kendisine karşı işletilmiş olduğu Kıbrıs Rum Tarafı AB’ne üye olmuştur. Diğer iki Garantör İngiltere ve Yunanistan da AB üyesidirler. Böylece, mevcut Garanti sisteminde denge esasen bozulmuş bulunmaktadır.

 

Uluslararası  toplum, özellikle AB ve ABD, Kıbrıs sorununun yaşayabilir bir çözüm bulunması isteklerinde samimiyseler, ANNAN plânı teşebbüsünden önce yaptıkları ve BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarına dercettikleri "Kıbrıs'ın AB'ne katılım müzakerelerinin Kıbrıs sorununun çözümünü kolaylaştıracaktır" şeklindeki değerlendirmeyi, bu kere "Türkiye'nin AB'ne katılım müzakerelerinin tam üyelikle sonuçlanmasının, hem KKTC'nin AB'ne katılımını, hem de Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümünü kolaylaştıracaktır" şeklinde yeniden kaleme alıp BM Güvenlik Konseyi kararlarına koydurmalıdırlar. Aynı hükmün AB Konsey kararlarına da yansıtılmasında fayda vardır. Böyle bir gelişme, sadece gerçeğin bir ifadesi olmakla kalmaz, aynı zamanda, 24 Nisan 2004 Referandumunda “status quo” dan rahatsızlık duymadığını belli etmiş olan Kıbrıs Rum Tarafı için uyarıcı etki yapar.

 

Kıbrıs Rum Tarafı status quo'dan rahatsızlık duymadığına göre, Kıbrıs Türk Tarafı'nın da  KKTC'nin çatısı altında bağımsız ve kendi toprakları üzerinde egemen olarak Türkiye'nin desteğinde güvenlik içinde yaşamaktan huzur ve rahatlık duyduğunu ortaya koyması zor mudur?! 24 Nisan 2004 Referandumunun sonuçlarından sonra KKTC'nin yeni bir girişim başlatma teşebbüsleri karşısında kendisini biraz ağıra satmasında ve "müstağni" davranmasında hiç olmazsa taktik yönden fayda yok mudur?!

 

Yunanistan’da ve Kıbrıs Rum Kesiminde siyaset dilinde Kıbrıs konusu için yerleşmiş ve günümüzde de kullanılan ortak bir kavram vardır. Bu kavram “ulusal konu” veya “ulusal  dava”dır. Kıbrıs konusu KKTC ve Türkiye için de “millî dava” değil midir?

 

 

-----------------------------------------------------

Recent Posts

See All

Comments


© 2024 Tugay Uluçevik. Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page